Arap harflerinin değişik ve süslü biçimde yazılıp düzenlenmesine dayanan bir elsanatı olan Hat sanatı, 1928’de yeni Türk harflerinin kabulüyle eski önemini yitirdi. En parlak dönemini Osmanlılar zamanında yaşayan, şimdilerde eski camilerin onarımında, bazı meraklı kimselerin evlerine asmak için yaptırdıkları levhalarda, bir de mezar taşı yazılarında kullanılan hat sanatının temsilcileri, günümüzde yok denecek kadar azaldı.
İslam dininde resim yapmak yasak sayıldığı için İslâm ülkelerinde yazıları süslemek bir bakıma resmin yerini tutuyordu. Bu nedenle hat sanatı ile bugünkü nonfigüratif resim sanatı arasında büyük benzerlik vardır. İslamlığın doğuşu sırasında Araplar ‘kufi’ denen bir yazı biçimi kullanıyorlardı. Hattat denen yazı ustaları daha sonra değişik biçimde yazılar icat etti. Ondan sonra süsleme sanatları arasında yer alan yazı sanatı bir meslek haline geldi, büyük bir gelişme gösterdi. Türk sanatçıları Arap yazısını güzel sanat haline getirdi.
Hat kelimesi özellikle İslam kültüründe, yazı ve güzel yazı manalarında kullanılmıştır. Hüsni hat, estetik kurallara bağlı kalarak, ölçülü ve güzel yazma sanatıdır; fakat İslam yazıları için kullanılan bir tabirdir. İslam yazılarını güzel yazma ve öğretme hünerine sahip sanatkâra hattat, bu sanata da hattatlık denilmiştir. Hat, sözün veya ruhta cereyan eden fikir ve duyguların, alfabe ve yazı vasıtaları ile resmedilmesidir. Hat sanatı en parlak dönemini Osmanlılar zamanında yaşar. 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında da bu parlak dönemini sürdürür, ama 1928 yılında Latin alfabesine geçilmesiyle yaygın bir sanat olmaktan çıkıp yalnızca belirli eğitim kurumlarında öğretilen geleneksel bir sanat durumuna gelir, unutulan mesleklerden ya da sanatlardan biri olur. Hat sanatında da yazının temel aracı kalemdir. Hat sanatında kalem olarak daha çok kamış kullanılırdı. Kamışın ucu yazılacak yazının kalınlığına göre makta denilen sert maddelerden yapılmış altlığın üstünde eğik olarak tutulur ve kalemtıraş olarak adlandırılan özel bir bıçakla yontulurdu. Hat sanatında kullanılan mürekkep de özel olarak hazırlanırdı. Yağlı isin çeşitli katkı maddeleriyle karıştırılmasıyla elde edilen bu mürekkep akıcı biçimde yazı yazmayı sağlar, yanlış yazma durumunda da kolayca silinirdi. Hat sanatında kullanılan kâğıtlar da özeldi. Mürekkebi emip dağıtmaması, kaleme akıcılık sağlaması için kâğıtlar âhar denilen bir maddeyle saydamlaştırılırdı.
Hattatlar, yüzyıllar boyu usta - çırak ilişkisi içinde yetişmişlerdir. Hat sanatını öğrenmeye heveslenen kişi bir hattattan ders alırdı. Başlangıçta alıştırma niteliğinde çalışmalara dayanan ve meşk adı verilen bu dersler tek tek harflerin yazılışının öğrenilmesiyle başlar, harflerin birleşme biçimleriyle, sözcüklerin ve tümcelerin yazılış tarzlarının öğrenilmesiyle sürerdi. Ortalama üç beş yıl kadar süren bu eğitimin sonunda hattat adayı iki ya da üç hattatın önünde yazı yazarak bir çeşit sınav verirdi. Hattatlar bu yazıyı beğenirlerse altına imzalarını koyarlardı. Buna, başarı ya da izin belgesi anlamına gelen icazetname adı verilirdi. İcazetname almamış kişi hattat sayılmaz, dolayısıyla yazdığı bir yazının altına adını koyamazdı. Hattatlar sanatlarını daha çok şahların, sultanların, padişahların, beylerin, paşaların yaşadığı, saray ve camilerin bol olduğu İstanbul, Bağdat gibi şehirlerde icra ederlerdi. Müslümanlar resme sıcak bakmadıklarından, dahası mekruh saydıklarından Müslümanlar arasında resim ve heykel sanatı gelişmemiştir. Bunların yerine İran’da minyatür, Osmanlı’da hat sanatı gelişmiştir. Eskiden din kurumlarından kitaplara, evlerin duvarlarına kadar her yerde kullanılan bu elsanatı, 1928’de yeni Türk harflerinin kabulüyle eski önemini yitirdi. Şimdi bu sanat ancak eski camilerin onarımında, bazı meraklı kimselerin evlerine asmak için yaptırdıkları levhalarda, bir de mezar taşı yazılarında kullanılıyor.
Kaynak: iha