Cezayir’i neden daha iyi tanımalıyız?

Afrika’nın en büyük devleti o. Bütün Kuzey Afrika’nın en güzel, en tipik mekânları orada. Üstelik bunlar Türkiye’nin restorasyon desteğiyle ayakta. Dahası, ülkedeki Roma harabeleri muazzam önem taşıyor ve bunların farkına varmak Türkiye tarihini öğrenmek açısından da önemli.

Geçtiğimiz hafta Cezayir’e bir konferans turu yaptım. Başkent Cezayir’in (Algir) Batı yakasındaki Oran ve Tilimsan’la doğudaki Konstantin’de konferanslar verdim. 

Cezayir, Afrika’nın en büyük devleti. Bir zamanların Fransız Afrikası denen bölümün en uzun kıyı şeridi ve çölün en büyük bölümü bu ülkede. Petrol, gaz ve fosfat var. Bu zengin madenlerin bulunduğu bütün ülkeler gibi sanayi kalemleri ülkenin ihracatında çok az yer alıyor. İran gibi mazide ve haldeki sanat ve sanayi kapasitesi yüksek olan bir ülkeden tutun da dünyanın sanayi devlerinden Rusya’da dahi durum aynı. Yeraltı zenginlikleri üretimi daraltan mekanizmalar yaratıyor.

Gelecek aydınların renkli kültüre sahip olan ülkelerindir

Burası, Fransızcanın halen en zengin, en güzel şekliyle konuşulduğu ülkelerden biri ama 20-30 yıl öncesine göre halk, Arapça’sını oldukça geliştirmiş. Bağımsızlığa kavuştukları zamana göre eğitimin bu konuda büyük ilerlemesi var. Fransa’nın kasten bastırdığı Arapça ve Arap kültürü direnişte ve dirilişte. Gençlik Fransızcayı terk ediyor, bu kaçınılmaz ama muhafaza etmeleri de arzu edilir. Bütün dünya gibi beynelmilel bir dil olarak İngilizceyi öğrenseler de öbürünü de yanında tutmaları kendi lehlerinedir. Gelecek, aydın sınıfı renkli kültüre sahip olan ülkelerindir. 

Fransızlar hem özgürlüğü öğretti hem işkence etti

Cezayir’in başkentindeki en büyük kitapçısı tamamen Fransızca yayın satıyor. Öbürleri Fransızca yanında Arapça’ya yer veriyor. Çocuk edebiyatı üzerine Arapça, Fransızca ve İngilizce kitaplar var. Arapça ve İngilizce bu yolla öğreniliyor. 

Genç Cezayirliler, milli kurtuluş savaşları ve Fransa konusunda çok hassaslar, haklılar da. Konstantin şehrinde Voltaire, Jean-Jacques Rousseau ve Lycée Domain gibi ünlü okullarda zamanında Cezayir’in en seçkin aydınları yetişmiş. Hepsine de mutlaka aydınlanma devrinin ve ihtilalin eşitlikçi, özgürlükçü, adaletçi fikirleri ve Fransa’nın bu konudaki katkıları öğretilmiş ama liselerinin yanıbaşındaki kışlada özgürlük savaşçılarına yönelik bitmeyen işkenceler yaşanmış ve bu savaşçıların birçoğu 1957-1958 yıllarında giyotinle idam edilmiş. 

 Çezayir’de kalan Fransızlar kimdir? 

Başkent Cezayir (Algir) Batı yakısındaki Oran ve Tilimsan ve doğudaki Konstantin’de konferanslar verdiğimi söylemiştim. Tilimsan, Cezayir’deki Endülüs kültürünü ve yaşamını temsil eden bir şehir. Onun yakınındaki Oran ise kıyıda yer alıyor ve İspanyol muasır kültürünün bir zaman çok etkili olduğu bir bölgeydi. Bugün bu izler silindi ama 16’ncı asırda İspanya orayı aldıktan sonra yakınlığı dolayısıyla koruyabildi ve Fransızlar Cezayir’i aldıktan sonra da karakteri İspanya gibi kaldı, bugün artık İspanyol çok az. 

‘Kurtuluş’tan sonra (1962) Cezayir’de Fransız nüfus da süratle azaldı. Bugün kalanlar yedi yıllık Cezayir Savaşı boyunca anavatanları Fransa’nın emellerini değil, Cezayir halkının kişiliğine ve bağımsızlığına saygı duyan Fransızlar. Gitmemiş, kalmışlar, hatta mücadeleye Cezayir yanında katılmışlar. Cezayirliler de onlarla bir kavim halinde yaşıyor.

Muhteşem Kasbah’ı tırmanmak

Kasabalarda bir düzen ve temizlik hâkim. Eski eserlere düşkünlük var. Tilimsan’da Romalıların Pomaria dediği bölgede şehir meydanındaki Ulu Cami ve Sidi Hasan Camii’nin civarı birçok Ortadoğu ülkesindekinin aksine oldukça düzenli. 

Başkentteki Barbaros Sarayı ve sahildeki Bey Sarayı gibi Garp Ocakları devrinden kalma binalara yerel sanat ve mimariyi iyi aksettirdiği için önem veriliyor. Fakat Cezayir’de üçüncü Napolyon devrinde İmparatoriçe Eugenie’in isteğiyle tasarlanan semtler, ünlü geleneksel semt Kasbah’ı bir hayli yerinden oynatmış. Yine de beledi sorunları olan iki milyonluk başkent Cezayir’in Kasbah’ı (kasaba demek) muhteşem, göz alıcı binalar ve sokaklarla dolu. Onun korunması Kuzey Afrika’nın tümü için çok önemli.

 Sahil kendini nasıl koruyacak?

Cezayir’in bir başka önemli sorunu düşen petrol fiyatları. Bu arada yollar yapılmış, fakat ülkenin büyük merkezleri arasında havayolu kullanmak şart. Güneydeki çöl mıntıkası kuzeye doğru yavaş yavaş ilerliyor. Sahil kendisini değişen dünya şartları içerisinde nasıl koruyacak, bu düşünülecek bir konu.

Cezayir’in bir küçük sorunu daha var. Son dört yüzyıllık tarihini incelerken Fransa dönemi tarihçilik açısından bir sorun yaratmıyor fakat Osmanlı dönemi için en büyük engel Türkçenin kendisi. Son zamanlarda Cezayir Milli Arşivleri’nin girişimiyle Türk arşivleriyle aralarındaki ilişkiler artmış ama asıl sorun Cezayirli tarihçi gençlerin Türkiye’de ihtisas yapmaması. 

 Kuzey Afrika’nın en güzel ortamı

Hem başkentin hem de ülkenin adı Cezayir. Cezayir (Algir) sempatik bir şehir. Konstantin’i Fransızların istilasına rağmen yedi yıl daha savunan Emir Abdülkadir’in heykeli etrafındaki sokakları gezmek, bizim TİKA’nın Nuran Kara Pilehvarian hocaya restore ettirdiği Keçova (Keçiova) Camii’nin etrafında çarşıyı dolaşmak ve oradan Kasbah’ı tırmanmak, tadına doyum olmaz bir gezi. Keçova Camii Fransız devrinde katedrale çevrilmişti. Böyle bir eseri tarihi zedelemeden, her unsuruyla restore etmek ne kadar zahmetli ve sağlam sinir gerektiren ustaca bir iş. Bütün Kuzey Afrika’nın Tunus’taki Zeytinuye Külliyesi ile birlikte en tipik, en güzel ortamı burasıdır.  

Cezayir yaz-kış gezilecek, görülecek bir ülke. Şartlar çok rahat değil, yorucu olabilir ama büyük problemlerle karşılaşılacağını zannetmiyoruz. Doğrusu başkent Cezayir ve Konstantin civarındaki muhteşem Roma kenti Tiddis’in harabelerini gezmek (ki burası Roma’nın kuzey Afrika’daki metropolü sayılır), Türkiye tarihini anlamak için de gerekli. 

İbn-i Haldun Arapça’sı öğrenmek

Tilimsan’da İbn-i Haldun’un ünlü Mukaddime’sini tasarlayıp yazdığı medresenin civarındayız. Diğer bir Endülüslü tasavvufun önderi Sidi Ebu Medyen’in çok ziyaret edilen türbesi de burada. İnşallah yakın gelecekte Tilimsan’ın kalabalık öğrenci nüfusu civardaki çölün Arapçasıyla da temas ederek İbn-i Haldun gibi bir Arapçaya sahip olacaklar. Kabil dediğimiz Berberilerin dili ise artık serbest bırakılmış. Cezayir, Fransa’dan önceki geçmişini araştırıyor. Zira Kanuni Sultan dönemiyle 1830 arası tam üç yüz yıl ediyor. Bu üç yüz yılda Cezayir, bugünkünün aksine çok denizci bir devletti. Ülkenin askeri kuvveti buydu ve açıkçası Kanuni Sultan Süleyman döneminden sonra oldukça bağımsız, imtiyazlı bir beylikti. 

Fransa’dan gelen yeni bir moda var. Osmanlı kolonyalist döneminden bahseden tarihçiler ortaya çıktı. Maalesef ülke içindeki kaynaklara ve geçmişin bilgilerine dikkat etmeyen bir tarihçilik yanlış yorum yapıyor. Cezayir’in milli arşivleri düzgün. Halkı Türklere yakın. Bürokrasinin, ilk kurtuluş zamanlarındaki kırgınlığı yavaş yavaş geçiyor. Cezayir bürokrasisi içinde etkili olduğunu gördüğüm büyükelçimiz Mehmet Poroy bu ülkeyi iyi tanıyan bir diplomat, eşi müze doçenti Ayşegül Hanım da öyle; doğrusu konferans verdiğim üç eyerde de bölgeyi tanımadaki becerilerini gördüm. 

İtalya ve İspanya’ya bakmak lazım

Topkapı surlarındaki düğün salonu konuşuluyor.  Büyük metropolün tepesindeki sayısız kurulun bu şehre yaraşır bir biçimde çalışmadıkları açık. Biraz Roma’daki ve İspanya şehirlerindeki kurulların çalışmalarına bakmak lazım.

İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu 12 Mayıs 2016’da verdiği kararla Topkapı Surları’nın üzerine portatif çatılı, her ne kadar surlara çakılmıyorsa da onlara istinad eden bir düğün salonu için izin verdi. Müracaatı yapan Fatih Belediyesi ama izni veren 2 Numaralı Koruma Kurulu. 

Koruma kurulları maalesef İstanbul için dikkati çekecek derecede yanlış kararlar alan, söylentilere neden olan kuruluşlar haline dönüştü. Yetkili uzmanların ve akademisyenlerin yer aldığı bu kurulların büyük şehrin kıymetli arazileri üzerinde yapı faaliyetinde bulunacaklara kanunları hatırlatıcı ve koruyucu kuruluşlar olarak yön veremediği açık. 

Bu düğün salonu gibi tasarrufun kendilerince gerekçeleri olabilir; yaz sıcağında, açık alanda organizasyon yapmak isteyen insanlara imkân vermek gibi. Tabii şehirde yeşil alan ve açık hava bırakmayanların yüzünden çaresiz kalan halk bunu ister, belediye de ne yapacağını şaşırır. Koruma kurullarının bu gibi istekleri değil, surları, İstanbul’un görünümünü ve profilini gözetmeleri gerekir. Büyük metropolün tepesindeki sayısız kurulun bu şehre yaraşır bir biçimde çalışmadıkları açık. Biraz Roma’daki ve İspanya şehirlerindeki kurulların çalışmalarına bakmak lazım. Onların çalışmalarından ara sıra okuyucularımızı sıkmayacak örnekler vereceğiz.