Nostalji

Turgut Özal'ı Semra Özal mı zehirledi?

Turgut Özal’ı gerçekten de Semra Hanım zehirlemiş olabilir mi? Biliyorum bu çok sert bir soru. Çünkü hepimiz onları yıllarca gözlerimizin önünde el ele, diz dize, sırılsıklam aşık bir çift olarak tanıdık. Hep öyle gördük, öyle hatırladık..

Turgut Özal denilince akla Semra Hanım, Semra Özal denilince akla hep Turgut Bey geldi.

Özal’ın Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün açılışında, direksiyona geçtiğinde eşine dönüp söylediği “Haydi Semra bir kaset koy da şöyle bir neşelenelim” repliğini unutmak mümkün mü?

Semra Hanım’ın, muazzam bir kalabalığın eşlik ettiği eşinin cenaze törenindeki perişan hali hangimizin gözünün önünden gitti kolay kolay? Elbette bu şahsına münhasır çifti sevmek zorunda değilsiniz. Ama bir şeyi göz ardı edemezsiniz. O da kırk yıl aynı yastığa baş koymuş bu çiftin arasındaki derin muhabbet ve sevgi bağıdır...

Bugünlerde Türkiye, vefatının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçen şu süreçte yeniden “Özal’ı kim zehirledi?” sorusuna yanıt arıyor. Bunun en doğru ve kesin cevabını mahkemeler verecek. Ve madem ki Özal konusu şimdilerde yeniden açıldı, sohbetlerimizden hatırımda kalanları paylaşmamak olmazdı. Gelin bugün hikayeyi en başa saralım. İki gencin tanıştığı 50’li yıllara doğru bir zaman yolculuğuna çıkalım...

Genç adam çalışanların çıkmasını beklemişti. Tamamen sessizliğe bürünmüş ofis daha yarım saat önce cetvel makinelerinin gürültüsüyle inliyordu. Onunla tanıştığı ilk günden beri her akşam bu saatlerde aynı “ritüeli” gerçekleştiriyordu. Kalbini çalan kızın çalıştığı bölüme doğru yürüdü. Masanın üzerinde duran makinenin üst bölmesini açtı. İçindeki şeridi itinayla çıkardı ve cebine koydu.

Yüzüne yayılan muzır bir tebessümle ofisten çıktı. Ertesi gün yine çok işi olacaktı... Genç kadın Elektrik İşleri Etüd İdaresi’ndeki görevine daha birkaç ay önce başlamıştı. İşi, cetvel makinelerinde istatistik tutmaktı. Bir yandan ortama alışıyor, diğer yandan da yeni arkadaşlar ediniyordu. Aralarında en çok ilgisini çeken Amerika’dan yeni geldiğini öğrendiği enerjik, zeki ve çalışkan delikanlıydı. Genç adamın da kendisiyle ilgilendiğinin farkındaydı. Bütün gün etrafında pervane oluyor ama bir türlü açılamıyordu.

Açıkçası bu durumdan hoşlanıyordu genç kız. Beğenilmenin tadını çıkarıyordu... Masasının başına geçti. Tam işine başlayacakken makinesinin yine bozulmuş olduğunu fark etti. Aslında gayet iyi biliyordu neden çalışmadığını. Her zamanki gibi “biri” içinden şeridini çıkarmıştı.

Bunu yapanın kim olduğundan da adı gibi emindi. Fakat hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranmaya devam edecek, genç adamın kendini ve duygularını açık etmesini bekleyecekti. Her zaman olduğu gibi birden bire yanında belirdi “süper kahramanı”... “Ben bir bakayım şuna” diyerek çaktırmadan şeridi yerine taktı; “Tamam tamir ettim, saat gibi çalışıyor. Artık bana bir kakao ısmarlarsın” dedi gülümseyerek...

Böyle küçük, masum flörtlerle birbirlerine gitgide yakınlaşıyorlardı. Daireden bir arkadaşlarının düğününde ilk danslarını ettiler. Heyecanını yatıştırmak için olsa gerek, genç adam biraz alkol almıştı. İşte o dans esnasında evlenme teklifini yaptı ancak aldığı cevap sessizlikten başka bir şey olmadı. “Sükut ikrardan gelir, ben senin bu suskunluğunu evet olarak kabul ediyorum” dedi. Ertesi sabah saat sekizde ofise bir kutu çikolata ve muz likörüyle gelmişti. Büyük bir coşkuyla tüm mesai arkadaşlarına “Biz Semra ile sözlendik” müjdesini verdi.

Semra Hanım’sa gıyabında gerçekleşen bu sürpriz kutlamayı görünce gözlerine inanamadı. Henüz anne ve babasının bile haberi yokken adeta bir “söz daveti” veriliyordu. Bu hoş emrivakinin hemen ardından geleneklere uygun olarak “kız isteme faslı” yaşandı. Ve 31 Mayıs 1954 tarihinde de Turgut Özal ile Semra Yeğinmen dünyaevine girdiler.

İşte Turgut ile Semra Özal’ın tarihe geçecek aşkı böyle başladı.

Semra Hanım’dan önce Türkiye’de hiçbir Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın eşi, kamuoyunun önünde kocasının elini tutmamıştı. Gerek evlerindeki koltukta otururken, gerekse en ağır protokollü davetlerde, yan yana oldukları her an, her yerde birbirlerinin elini asla bırakmadılar.

Zaman zaman Turgut Bey yazdığı şiirlerle aşkını dile getiriyordu. “Çal ki sazın inlesin/ Kubbede kalsın sesin/ Şu göçecek faniler/ Bir gün seni söylesin” mısraları en sevdikleriydi... Siyasetin “plastik” dünyasındaki tek “organik” şey aşklarıydı sanki. Belki de bu yüzden hep sıkı sıkı tutundular birbirlerine...

17 Nisan 1993 günü, 39 yıl boyunca el ele sürdürdükleri evlilikleri 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani vefatıyla sona erdi. Üç sene önce yaptığımız röportajda Semra Hanım hâlâ Turgut Bey’le birlikte yapmaktan keyif aldığı hiçbir şeyden artık tat alamadığını anlatıyordu. Onsuzluğun ağırlığı, dudaklarından dökülen her kelimeye yansıyor, hatıralarına gözlerinden süzülen yaşlar eşlik ediyordu.

Geçenlerde Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili devam eden soruşturmada Semra Hanım ile oğlu Ahmet’in şüpheli olarak yer aldığı haberini okuduğumda, o söyleşi sırasında tanık olduklarımı bir kez daha paylaşmak istedim. Gelin bu yazıyı da daha fazla uzatmadan, en iyisi Turgut Bey’in yazdığı bir aşk şiirinin dizeleriyle bitirelim. Acaba kime yazıldı dersiniz?

Bir şiir istiyorum gönlümün rüzgârından, Yalnız seninle olsun, yalnız seninle dolsun. Ümitsiz düşürmesin, bahsetmesin yaramdan, Yalnız seninle olsun, sade geçmişle dolsun.

Hatıralar yükselsin bir sazın nağmesinden, Nağmelerle kesilen bir şiir istiyorum. Taş gönüller titresin o şiirin sesinden, Hıçkırıkla kesilen bir şiir istiyorum.

Kurumuş bir pınardan bir damla ister gibi, O engin gözlerinden bir damla istiyorum. Gönlümün rüzgârından bana yol ver der gibi, O şiiri hudutsuz bir gamla istiyorum.

Anlatamaz derdimi derdin kemanı bile, Gark edemez derdimi, derdin ummanı bile, Döndüremez derdimi zevkin Efkan’ı bile, İçimde haşr olacak bir şiir istiyorum. (hürriyet)